30 Ekim 2016 Pazar

Değişen Beynim

Beyin ve psikolojiye meraklı mısınız? Bu konular hakkında tıp terimleriyle anlaşılmaz yazı ve belgeseller yerine anlayabileceğiniz bir kitap var karşınızda. Sadece anlamakla kalmayıp günlük hayata uyarlayabileceğiniz birçok bilgi de var içinde. Bolca görselle desteklenmiş, bu konu hakkında hiç bilgim olmasa da rahatça anlayabildiğim bir eser. Beynimiz neyse biz de oyuz. Her canlının tüm hareket ve düşüncelerinin ortaya çıktığı yeri anlamadan hiçbir şeyi tam anlamıyla çözemeyiz. Hele de benim gibi psikolojiye ilginiz varsa okuduğunuz diğer kitapları anlamanızda epey faydası olacaktır. Tüm ünlü psikologların aynı zamanda tıp okumuş olmalarının sebebini bu kitapla anlıyorum. Gayet eğlenceli ve basit bir şekilde yazılmış olduğu için her konu hakkında derine inmeden yüzeysel geçiyor. Çok büyük beklentilere girmeden okunduğunda gayet doyurucu bir kitap.


Oğuz

Mukaddime

"Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmıs en büyük tarih felsefesinin sahibi" diye söz eder Toynbee yazarımızdan.Gerisini siz düşünün artık!Bu eser hakkında hükmümü baştan veriyorum çünkü; İbn Haldun Cemil Meriç'in deyimiyle 'semasında tek yıldız' dır, umran ilminin(yeni nesil(!) varsın sosyoloji diyedursun) kurucusudur, bütün meziyetlerine rağmen kıymeti geç bilinmiştir...Önsöz okumayı kendine zul addedenler kitabın aslında bir tarih eserinin önsözü olmasına içerleyebilirler.Kitabından daha ünlü bir önsözle karşı karşıyayız burada.İçeriğine gelirsek; sosyolojinin kurucu metni olmasının yanı sıra, şehircilik, tarih, iktisat, edebiyat, pedagoji, coğrafya üzerine pek çok şey vaadeder sizlere...Batıda öz medeniyetinden daha fazla yankı uyandırması, İbn Haldun'un Mukaddime'de olaylara soğukkanlı yaklaşmasının ve titiz bilim adamı kimliğinin sonucudur.Ayrıca bizlerin vefasızlığını da eklemek gerek!Eğer derinlemesine okumalar yapmak istiyorsanız, yolunuzun üstünde adım başı adını duyacağınız bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.


Burak

21 Ekim 2016 Cuma

Amat

Bana sorarsanız İhsan Oktay Anar’ın en güzel kitabı. Osmanlı döneminde İstanbul’dan bir görevle yola çıkan bir gemiyi, onun mürettebatını ve geminin başından geçen ilgi çekici, cidden alışılmadık olayları anlatıyor. Yazarın en sevdiğim özelliği de bu zaten. Felsefeyi ve mistik-metafizik olayları aksiyonla çok güzel harmanlıyor. Yine yazarın belirleyici özelliği olarak eski kelimeler de bolca mevcut. Kelimelerle arası iyi olanlar çokça keyif alacaktır.
Kitap, bir geminin yolculuğunu anlattığı için içinde denizcilik terimleri de var. Bu en başta zorlayıcı gözükse de çok iyi betimlendiği için çoğu terimin anlamını bilmenize gerek bile yok. Hareketi kafada kuruyorsunuz hemen. Velhasıl, barındırdığı onca terime rağmen oldukça akıcı bir kitap. Kesinlikle tavsiye eder, Kaptan Diyavol Paşa’ya saygılarımı sunarım.


Eren

19 Ekim 2016 Çarşamba

Korkunç Yıllar - Yurdunu Kaybeden Adam

Bu iki kitap birbirinin devamı olduğu için böyle anlatmaya karar verdim. Cengiz Dağcı Kırımlı bir Türk yazar. Tüm kitaplarını Türkiye Türkçesi ile yazmıştır. Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam şu zamana kadar pek duymadığımız konuları işliyor. Sadık Turan isimli Kırımlı bir Tatarın başından geçen olayları hatıra olarak yazması şeklinde başlıyor kitap. İki kitap da gayet akıcı ve hızlı okunabiliyor ama Yurdunu Kaybeden Adam kitabı için sadece güzel kelimesi basit kaçar. Kurgu ve gerçek karışık yazılan bu romanlar hakikaten çok etkileyici. Ayrıca Kırımlı filmi Korkunç Yıllar kitabından uyarlama. 2. Dünya savaşı sırasında hem Almanların hem Rusların arasında zorla savaştırılmış çok sayıda Kırım Tatarı, savaş sırasında ve sonrasında çektikleri, Türkiye devletine bakışları ve beklentileri. Kısaca bu romanlar hem konularından dolayı hem de yazarından dolayı kitapçılarda Türk edebiyatı bölümünden alıp okumamız gereken eserlerden.


Oğuz

18 Ekim 2016 Salı

Yabancı

Kitap; insanlara karşı duvar örmüş, arasına mesafe koymuş, etrafına karşı kelimenin tam anlamıyla kayıtsız birinin aksiyon günlüğü gibi başlıyor. Yani şunu yaptım, hava sıcaktı, soğuyunca üşüdüm, patrona böyle dedim, yumurtayı ekmeksiz yedim gibi kısa, net cümlelerle başlıyor. Açıkçası bu tip düşüncelerini katmadığı cümleler beni biraz yordu. Bu arada kayıtsız derken şaka yapmıyorum. En çok verdiği cevap “fark etmez”. Neden olmayayım ki diyerek şahit falan oluyor. Birkaç yerinde kahkaha atmadım değil.

Kitap, kendini tam anlamıyla ikinci yarısında buluyor. Karakterimiz Mersault, düşüncelerini ortaya koyuyor, birtakım kavramları sorguluyor, irdeliyor. Kitabın adının da hakkını vererek içine düştüğü yabancılaşmayı, diğer insanlar karşısında düştüğü “haklı ama anlaşılmaz” durumu anlatıyor. Bunu yaparken de çok net ve vurucu bir biçimde yapıyor. Kitabı kült yapan nokta da burası. Üslubuna naçizane bir eleştiri getirmiş olsam da yayıncının “bu kitap gücünü arka plandaki derin ve suskun acıdan alır” cümlesine katılmadan geçemiyorum. Velhasıl, 110 sayfa, bir solukta okunabilecek –hatta birkaç kez okunabilecek- tavsiye edebileceğim bir kitap.

Eren

Türklerin Tarihi

"...Kuzey ormanlarından çıkıp geldiler, cesur dağınık, marifetli ve henüz yolun başındaydılar. Önce bozkıra, sonra Çin içlerine ve sonra da sonu başı belli olmayan bir sel gibi garba doğru yayıldılar..."
Jean Paul Roux Fransız bir Türkologtur. Türk ve Moğol tarihi üzerine birçok eseri mevcut. Bunlardan en meşhuru Türklerin tarihidir. Kendisi Türkiye'de çok tanınmış olmasa da kitapları kaynak kabul edilen birisi. Türk hükümeti tarafından 1973 yılında Devlet Ödülü almıştır. Normalde tarih kitapları eski tarihli kısımları kısa anlatılırken günümüze geldikçe ayrıntı artar. Ama bu kitapta eski olaylar ayrıntılı anlatılmış, günümüz ise kısa kesilmiş. MÖ başlayıp 1980'lere kadar geliyoruz. Şu ana kadar tarih kitaplarında bir cümlede geçen hatta varlığından haberdar olmadığımız bir sürü devletle karşılaşacağız. Hindistan'da Delhi Sultanlığı ve Babür İmparatorluğu ismiyle 2 devlet kuracak, Çin'i ele geçirecek, Mısır'da İran'da devletler kuracağız. Orta Asyada başlayan bu hikaye tüm dünyaya yayılacak ve herkesi etkileyecek. Eğer lise tarih bilgisiyle yetinmek istemiyorsanız bu kitap tam size göre.


Oğuz

Beyoğlu Rapsodisi

Ahmet Ümit en çok okuduğum ve en beğendiğim yazarlandan. Beyoğlu Rapsodisi ise bana göre en iyi kitabı. Okuduğum polisiye romanları içerisinde neredeyse en iyisi diyebilirim. Ahmet Ümit okuyanlar Nevzat başkomisere aşinadır. Bu romanda Nevzat başkomiser yerine başka karakterler üzerinden ilerlenmiş. Ahmet Ümit kitapları genelde İstanbul tasvirleri ile dolu olmasına rağmen sıkıcı değil aksine romanının içinde olmanızı sağlayacak detaylar vermesi açısından iyidir. Her kitabını severek ve heyecanla okudum ama bu kitabı başka bir yere sahiptir bende. Dili olsun, kurgusu olsun, karakterler olsun hepsi mükkemmel. Bolca önereceğim Ahmet Ümit romanlarına en sevdiklerimden Beyoğlu Rapsodisi ile başlamanızı tavsiye ederim.


Oğuz

10 Ekim 2016 Pazartesi

Oblomov

Asıl okunuşuna “oblamov” diyenler olsa da bu tip “tartışmalı” kelimelerde benim için esas olan fonetiktir. Kruşçev de öyle mesela. Sovyet lideri olan. Rusça bilenler “Hruşof” olarak okunmalı diyor. Neyse, kitaba dönelim. Kendisini alıp okumadan önce birçok yerden hakkında yazılanları okudum. İnsanlar genel olarak “çok fazla betimleme var” demiş, “insan bir yerden sonra sıkılıyor” demiş. Rus edebiyatıdır, klasiktir, olur öyle şeyler dedim. Konusu için de üstünkörü “tembel bir adam var, onu anlatıyor işte” falan demişler. Bende de tembellik olsun, efendim hiçbir şey yapmama isteği olsun, bir amaçsızlık, bir sakinlik arayışı olsun bolca mevcut olduğundan aldım ve okudum.

Kitabın konusuna değinecek olursak, bir adet Oblomov’umuz var. Kendisi tam olarak anlatıldığı gibi tembellik timsali bir karakter. Aynı derecede de yüce gönüllü. Denge meselesi. Oblomov o dönemin Rusya’sında doğu kültürünü temsil ediyor. Yazarın da özellikle belirttiği bir “doğulu hırkası” var üzerinde ve yaşam tarzı bu hırkayla sembolize ediliyor. Geleneklerine bağlı, iyi bir evlilik yapmak, ilerde köye yerleşip torunlara bakmak, hayvancılık yapmak gibi hayalleri var. Zaten babadan kalma bir çiftliği var, onun geliriyle geçiniyor. Olaylar başlamadan önce yalnızlıktan gayrı pek bir derdi yok yani. Bu Oblomov’un bir de çocukluk arkadaşı var Ştoltz adında. Tahmin edebileceğiniz üzere Alman asıllı ve batı kültürünü temsil ediyor. Batı kültürünün yanında Alman çalışkanlığının da timsali. Sürekli aktif, oradan oraya koşuyor. İşlerinde başarılı. Durmadan gelip bizimkine hadi şunu yapalım, kardeşim halı saha var geliyor musun, bu akşam Olgalarda parti varmış sen de gel votkan benden falan diyor. Bizimki her seferinde reddediyor ama Ştoltz da çocukluk arkadaşı sonuçta. Nereye kadar reddet reddet. En son dayanamayıp Olgalardaki partiye gitmeyi kabul ediyor. Sohbetler muhabbetler derken Olga’yla tanışıyor ve olaylar başlıyor.

Kitap garip bir kitap. Kesinlikle orta şekerli değil. Ben çok sevdim. Okumayı düşünenlere bir şeyler söylemek gerekirse, beklentilerinizi çok yüksek tutmadan okursanız hayrınıza. Tabi Rus edebiyatına da aşina olmak gerekiyor zira isimlerin bolluğu konusu bu kitapta da mevcut. Betimlemeler de keza öyle ama abartıldığı kadar fazla değil. Ben de aşırısını sevmem ve beni yormadı okurken. Bir tek bizim Oblomov’un rüya gördüğü bir bölüm var. Sayfalardan su katılmamış betimleme akıyor. Sorun olmaz,  beğenmezseniz o kısmı üstünkörü okursunuz. Ama bu kitap, bu nadide eser kesinlikle yok tasvir fazla, yok isimler karışıyor diye kenara atılacak bir kitap değil. Kendi döneminde Rusya’da çokça okunmuş ve çokça kendinden söz ettirmiş. Literatüre “Oblomovluk” kavramını kazandırmış bir kitaptan bahsediyoruz. Oğuz Atay da bu kitaptan son derece etkilenmiş. Ben de zaten Tutunamayanlar’da gördükten sonra Oblomov’u merak edip araştırmıştım. Velhasılı, tavsiye ederim. Okuyun efendim.


Eren

Millet ve Milliyetçilik

Millet nedir? Milliyetçiliğin açıklamaları nelerdir? İnsanın ırkı var mıdır? İslamın milliyetçiliğe bakış açısı nedir? Bunun gibi pek çok soruya yanıt veriyor bu kitap. İlk önce kavramları, oluşum şekillerini bilimsel olarak ele alıyor. Dünyadaki diğer örnekler, ünlü sosyologlar ve düşünürlerin görüşleri ele alınıyor. Homo sapiens sapiens'le başlayan kitap 21. yüzyıla kadar geliyor. Millet ve milliyetçilik hakkında merak ettiğiniz neredeyse her konuya açıklık getiriyor yazar. Dillerin oluşumu, toplum hayatı aklınıza ne gelirse. Karşı görüşlere cevap da veriyor. Ama benim en çok hoşuma giden şey kavramları bir bir kökenine kadar açıklaması oldu. Çok sade bir dil ve anlatım var. Gayet hızlı okunabiliyor ve sıkmıyor. Millet ve milliyetçilik ile ister başı belada olan ister bu kavramlara sıkı sıkıya bağlı olan, kısacası herkesin okuması gereken bir kitap.


Oğuz

Budala

Az çok belli olmuştur ben genelde okuduğum kitabın karakterlerinden biriyle bütünleşir, bayağı överim. Özellikle bu Rus romanlarında bunu yapmadan duramıyorum ama bu kitapta baş karakterimize pek bir yakınlık hissettiğim söylenemez. İsminden dolayı olabilir: Mışkin. Hiç prens ismi gibi değil. Prens Mışkin... Gel gelelim Dostoyevski, prensten esirgediği bu fonetiği üç kız kardeşe fazlasıyla vermiş: Aleksandra, Adelaida, Aglaya. Güzelliğe bakar mısın, Adelaida! Karakteri de ismi kadar güzel maşallah. Mutlu ve güzel bir evliliği var. Daim olsun. Neyse, efendim esas kızımız Aglaya. Kendisi çok güzel ama garip garip hareketleri var. Böyle seviyor mu, oynuyor mu belli değil. Aşk mektubu yazan da o, dalga geçip insan içinde aşağılayan da o. Bizimki de gariban, zaten rehabilitasyon merkezinden daha yeni çıkmış. Ara ara nöbetler, krizler geçirdiği yetmezmiş gibi bir de bu gitgelli davranışlarla uğraşıyor. Bir de Nastasya Filippovna var, Aglaya'dan beter. Kalifiye çılgın. Tescilli çift kişilikli. İşin kötüsü bizi prens ikisini de seviyor. Yahu bu şeytan üçgeninde adamın iyileşmesi mümkün mü? İyileşmeyince tabi, Dostoyevski de bu durumdan faydalanıyor ve edebiyat tarihinin gelmiş geçmiş en iyi epilepsi nöbeti tasvirlerinden birini yazıyor. İşin şakası bir yana, o nöbet kısmını öyle güzel anlatmış ki sanki siz nöbet geçiriyorsunuz. Zaten yazarın kendisinde de bu hastalıktan mevcut. Çoğu kitabında böyle gelgitli, aşırı karakterler bulunur. Hemen hepsinde umarsız ve içinde çok garip olaylar barındıran bir aşk hikayesi olur. Hemen hepsinin sonu da, neyse burayı söylemeyeyim :) Velhasıl, kalın bir kitap olduğundan, haliyle yer yer durağanlaşabiliyor, sıkıcı olabiliyor. Ben bu tip şeylere alışık olduğumdan beni pek yormadı ama daha önce kalın Rus kitapları okumadıysanız bununla başlamanızı tavsiye etmem. Ama aşinalığınız varsa okuması gayet zevkli, keyifli bir kitap.


Eren

Düş Kesiği

'İnsanın en temel bilgisi kendisi hakkındadır', mantıklı bir cümleye benziyor olabilir.Fakat bu romanı okurken mantığınızı,roman türü hakkında bildiklerinizi ve daha önce okuduğunuz romanları bir kenara bırakın.Aksi takdirde okuma zevkiniz zarar görebilir.Peki bu kadar farklı olmasının sebebi ne?Hani her sene çekilen binlerce film arasında eleştirmenleri bunaltan birkaç 'garip', 'aklın sınırlarını zorlayan' filmer olur ya, işte o türden bir kitapla karşı karşıyayız.Klasik biçimden farklı olarak;roman içinde romanı, kahraman içinde yazarı arayan ve zaman-mekan algınızla oynayan bir eser.Yazarı şöyle havalı bir yabancı isme sahip olsa ve dünyaca ünlü bir yayınevinden basılsa romanın ne kadar ses getireceğini belki bilemeyiz, ama 2010 Oğuz Atay roman ödülünü alması dikkat çekebilir.Edebiyatımızda farklı bir yeri olan bir yazarın adına verilen ödülü bence sonuna kadar hak etmiş.Herkesin kendini bildiğini iddia ettiği bu çağda kendinizi sorgulamak adına okuyabilirsiniz.Çünkü, 'insanın en temel yanılgısı kendisi hakkındadır.'


Burak

6 Ekim 2016 Perşembe

Plevne

Osman Paşa ve Plevne savaşı tarhimizdeki önemli övünç kaynaklarından olup ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Plevne savaşı sırasında Osman Paşadan etkilenen bir İngiliz lordu oğlunu Osman ismiyle vaftiz ettirmiş, o dönemki bütün Avrupa devletlerinden nişan ve tebrik almış, 300 bin kişilik Rus ordusunu 50 bin kişiyle durdurmuş, savaşı yönetmeye gelen Rus Çarını eli boş göndermiş, en sonunda esir düşmesine rağmen düşmanın "Sizin gibi bir paşanın kılıcını alamayız." diyip onuruna ziyafet verdiği bir isimdir halaskar Gazi Osman Paşa.Tarihimiz de birçok büyük şahsiyet olmasından dolayı birçoğuna gereken değeri veremiyoruz. İşte bu kitap bir nebze de olsa bu tanıma ve öğrenme eksiğini kapatmıştır.
Benim için tarihi romanlar diğerlerinden bir adım öndedir. Mehmet Niyazi en sevdiğim yazarlardandır. Plevne ise benim en sevdiğim kitabı. Tarihi roman olması sizi korkutmasın herhangi bir polisiye romandan daha hızlı bir olay örgüsü var. Bunda savaş sahnelerinin çok güzel anlatılmasının da payını belirtmek lazım. Kitap aslında tarihi bir roman ama Plevne muharebesi hakkında birçok gerçek bilgiyi de içinde barındırıyor. En arka sayfasında katlanmış 3 sayfa büyüklüğünde bir Plevne haritası da var.

Oğuz

2 Ekim 2016 Pazar

Küçük Ağa

Öncelikle büyük bir yanlış anlaşılmayı gidererek başlayalım. Arkadaşlar Küçük Ağa’da “ağalık sistemi” anlatılmıyor. Küçük ağa, evet kendisi küçük, ama ağa değil. Geçimini Akşehir’de imamlık yaparak sağlayan genç bir vatandaş. Genç yaşta imam olmasını da üstün hitabet yeteneğine borçlu. Aynı zamanda zeki ve mantıklı da. Sorguluyor ve doğru bildiği yolda sonuna kadar gitmekten geri durmuyor.
Kitap, Kurtuluş Savaşı yıllarında, henüz batı cephesinde başarı elde edilmemiş bir zamanda, Konya Akşehir’de geçiyor. Halkın düştüğü İstanbul-Ankara ikilemini derinlemesine ve bana kalırsa muazzam bir şekilde işliyor. Milli Mücadele’ye halkın bakışı, fikir çatışmaları, birtakım ciddi görüş ayrılıklarına rağmen ortak paydada buluşulması, kuvayımilliye oluşumu gayet etkileyici anlatılmış. Bu kitabı güzel yapan şey, insana kazandırdığı bakış açısı. Çünkü o dönemdeki gerek “muhafazakar” görüş olsun gerek “reformist” görüş olsun o kadar güzel açıklanmış ve her ikisi de o kadar güzel temellendirilmiş ki ister istemez şaşırıyor ve siz de derin düşüncelere dalıyorsunuz.
Okuyun, kesinlikle okuyun diyeceğim ama akıcı olması için haliyle eski kelimelere biraz aşina olmanız gerekiyor. Sabahattin Ali, A.Hamdi Tanpınar vs. okuduysanız bu kitabı çok rahat okursunuz. Empati yeteneğinizi geliştiren, film gibi bir kitap. 


Eren

1 Ekim 2016 Cumartesi

Devlet

2500 yıl sonra dünyaya tekrar gelme imkanınız olsa, insanların içinden çıkamadığı problemlerin değişmediğini gördüğünüzde nasıl hissederdiniz? Yahut 2500 yıl önceye seyahat ettiğinizi varsayın. Bir an için gündelik hayatı değiştiren teknolojik aletlerin ortadan kalktığını, iletişim ve ulaşım araçlarının ilkelleştiğini düşünün. Acaba sandığınız gibi köklü bir değişiklik yaşar mıydınız?
2500 yıl önce dini törene giden bir düşünürün yolunu kesme imkanı veren, farklı bir insan profili görme arzusunu yerle bir eden bir zaman makinası. Farklı inançlara sahip farklı bir kültüre sahip insanların dahi temelde uğraştığı problemlerin aynı olduğunu görmek farklılık arayanlar için hayal kırıklığına yol açıyor. İnsanoğlu adım atabildi mi? Bilim ve teknikte ilerlerken metafizik anlamda doğru insan profilini aydınlatacak sorular sorulabildi mi? Birey ve onun büyük yansıması devlet birer olgu olarak ele alınabildi mi? Toplum gereklerine göre bir devlet nasıl kurulabilir? Önce iktidarı mı, halkı mı şekillendirmeli? Toprağı vatan yapan unsur nedir? Elinde silah olanın yalnızca dışa dönük bir tehlike olması nasıl sağlanır? Rejimlerin bireyler üzerindeki yansımaları ve bireylerin rejimler üzerindeki yansımaları nelerdir?... Bu sorulardan en az biri kafanızı kurcaladıysa bu zaman makinasına binin ve o tören başlamadan siz de Sokrates'in yolunu kesin. Dönüşte yakalayamayabilirsiniz...


İzzet

Yunus Emre Divanı

Yunus Emre ile alakalı birçok hikaye duymuşuzdur. Ama gerçek manada bu konunun uzmanlarından olan Mustafa Tatçı Yunus Emre'nin hayatı ve şiirleri konusunda Türkiyedeki en yetkin kişilerdendir. Kitap 100 sayfa kadar Yunus Emre'nin hayat hikayesi ve yazdığı eserleri anlatıyor. Kalan 200 sayfa da ise sizi Yunus şiirleri karşılıyor. Şiirler tamamen sadeleştirilmemiş olduğu için ahengini ve uyak düzenini kaybetmemiş ayrıca arkasındaki sözlük kelimelerin kökenine kadar anlatıyor. Ayrıca kapağı ve tasarımı muhteşem. Çok bilindik ve Yunus Emreye ait sanılan şiirleri de gerçek yazarlarıyla vermiş. Kısacası bu kitap Yunusla alaklı bilgi edinmek, şiirlerini okumak için seçebileceğiniz en iyi eserlerden. (Bu gönderide gerçek kapak kullandık çünkü farklı basımları veya yakın eserlerle karıştırmanızı istemedik)

Oğuz