27 Aralık 2016 Salı

İstanbul Hatırası

Geldik yine bir Ahmet Ümit romanına daha. Okuduğum en iyi polisiye yazarı diyemem. Yine de en çok okuduğum yazar olmasını sağlayan şey bence romanını sahiplendirmesi. Başkomiser Nevzat, Ali, Zeynep, Evgenia veya diğer karakterler yaptıkları işlerde ve konuşmalarda sizi taraf yapıyor. Romanlarda geçen kişilerin yerine kendinizi koyabiliyorsunuz. Mekan neredeyse tüm romanlarda İstanbul. Yani kitapta geçen kişi ve yerler hayalden gerçeğe doğru yaklaşıyor. Samimiyet mi diyeyim okuyanı karakterlerin içine sokup onun gözünden görmesini sağlaması mı diyeyim bilemediğim bir güzel yanı var. Dili ve anlatımı da güzel olunca hızlıca sıkılmadan tat alarak okutuyor kendini. İstanbul Hatırası bana göre en güzel 3-4 romanından biri. Biraz fazla kovalamaca, arada İstanbul tarihini 'baya okumuşum biraz mola vereyim' demeniz için fırsat olarak görürseniz kitaplığınızda güzel bir yeri hak edecektir.


Oğuz

24 Aralık 2016 Cumartesi

Hz İnsan

'İnsan insanı insanda tanır' imiş.Sorular üzerinden ilerleyen felsefî bir kitap.Eğer herşeye peşinen verilmiş bir cevabınız varsa okurken rahatsız olmanız muhtemel.Eleştirel okuma yöntemiyle ilerlemeye gayet müsait.Zaten kendisi de sorgulayarak, bir neticeye varırken dahi durup düşünerek yazılmış bir eser.Hz.İnsan'ın kim olduğu ve vasıfları anlatılmış.Hakikate talip olmanın ne demek olduğu/olabileceği tartışılmış.Ayrıca yazarın bir özelliği olarak, klişelerin-çarpıtılmış düşüncelerin gürültüsünden uzakta bir gezintiye çıkıyoruz okudukça.Kavramların ve kelimelerin sahih anlamlarının peşine düşüyoruz.Tevazu, doğunun ve batının cinsellik anlayışı, dil gibi farklı konular üzerine farklı bir eser.Özellikle 'Şair, dervişin kardeşidir' yazısı modern şiiri anlamak isteyenlerin dikkatini çekecektir.


Burak

19 Aralık 2016 Pazartesi

Yanılgılar ve Düşler Üzerine

Freud’un üç cilt olarak derlenen psikanalize giriş derslerinin ilk kitabı. Yanılgılar (dil sürçmesi, yanlış okuma vs.) kitabın tahmini %20’sini oluşturuyor. Geri kalanı düşler üzerine. Rüyaların nasıl oluştuğu, hangi süreçlerden geçtiği, bilinçaltının veya uyku sırasındaki dış uyarıların rüyayı şekillendirmede ne derece rol oynadığı, rüyanın bilinçaltında mevcut olan vahşi istekleri baskılamanın yollarından biri olduğu, psikanaliz kuramında rüyanın önemi gibi konular üzerinde duruyor. Gayet aydınlatıcı noktalar mevcut. Tabii rüyaları incelerken, anlatırken çok derine girmiyor. Bunun için başka kitapları var. Bu kitapta yaptığı, psikanalizde ve nevrozda düşlerin önemini vurgulamak ve ne ifade ettiklerini çok ayrıntıya girmeden anlatmak.

Eren

14 Aralık 2016 Çarşamba

Niçin?

Nasıl yerine artık "Niçin" diyerek sebeplere inmenin vakti geldi. İskender Öksüz bu kitabında uygulanma alanına yani pratiğe döküyor fikir sistemini. Tarih, yönetim, ekonomi ve devlet bu unsurlar nasıl olmalı veya tanımlanmalı sorunlarıyla boğuşup bilmin ışığında gerçeklere ulaşmaya çalışıyor. Ulaşılan gerçeklerin uygulanabilirliği, dünya üzerindeki sistemlerin karşılaştırılması gerçekleştiriliyor. Üzerinde en çok düşündüğüm bölümler tarih ve ekonomiydi. Bolca örnek, net açıklamalar ve karşıt görüşlerin çarpışmasıyla oldukça faydalı bilgiler oluşmuş. Önceki gönderilerimizde önerisini yaptığımız Ulusların Düşüşü ve bu konuda yazılmış diğer önemli kitaplar da dahil oldukça zengin bir tartışma geçiyor. Bu dört ana unsurun Niçin'ini öğrenmek isteyenler için oldukça güzel olan bu kitabı mutlaka tavsiye ediyorum.


Oğuz

10 Aralık 2016 Cumartesi

İnci

İnci, çok kolay okunabilecek, tahmin ettiğinizden çok daha kısa sürede bitebilecek bir kitap. Çocukluğunuzda büyüklerinizin size anlattığı hikayeleri, masalları düşünün. Bu kitap da öyle bir hikayenin biraz daha genişletilmiş hali. Latin Amerika’da yaşayan yoksul bir aileyi, şans eseri değerli bir inci bulduktan sonra ailenin başından geçenleri anlatıyor. Verdiği mesajlar açısından da kaliteli. Yerel halkın yoksul olduğunu, sonradan gelen Avrupalının neden zengin olduğunu düşündürüyor ve dönemin ekonomik sistemine yerlilerin, daha doğrusu köylülerin, gözünden bakıyor. Velhasıl, paranın mutluluk getirip getirmeyeceği üzerine kısa bir hikaye. Dili de sade. Tavsiye ederim.

Eren

8 Aralık 2016 Perşembe

Macbeth

Çokça duyduğum hatta kendisi ile ilgili bilgi edinmeden ironilerini gördüğüm Macbeth'i sonunda okudum. Girdiğim büyük beklentilerin hepsini karşıladı. Konuşmaların şiirselliği en sevdiğim noktalardan biri oldu. Çeviri şiirselliği bozmamış. Okuduğum diğer kitaplarda yazım yılı ne kadar geri giderse akıcılık ve metindeki kopuklukların genel olarak arttığını gördüm. Ama 400 senelik bir eser olan Macbeth'de neredeyse hiç duraksama yoktu. Her yanıyla mükemmel bir kitaptı. İş Bankası yayınlarının baskısında 56 sayfalık ön söz gibi açıklayıcı bilgileri de bu fikirlerime büyük bir katkı yaptı tabii ki. Olay örüntüsünün genel olarak anlatılmasıyla da kitabı bir romana çevirdi benim açımdan. Daha anlatmak istediğim çokça şey, övebileceğim birçok nokta var ama hakkında daha fazla yorum yapmak yerine kendiniz görmelisiniz diyerek bitirmek istiyorum. Kesinlikle okumanızı istediğim bir kitap ama yayınevine dikkat etmenizi ve önsözleri mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.


Oğuz

4 Aralık 2016 Pazar

Beyaz Kale

Okuyucuyu etrafından koparıp içine çeken bir roman Beyaz Kale. Akıcı ve farklı konusu ilk sayfalardan itibaren romana bağlıyor. Dönem dizisi çekmek nasıl daha zorsa kitap yazmak konusu da öyledir bence. Geçmişteki insanların bizden tamamen farklı ihtiyaç ve düşünce yapılarını kurgulamak gerçekçilik açısından gayet önemli. Bu kitap konusu, kısa oluşu ve saran hikayesiyle gayet güzel bir kitap olmuş. Ama kitabı bitirdiğinizde sanki bitmemiş hissi veriyor veya bir şeyler hala eksik gibi. Bunun sebebini hala anlayamadım. Belki kısa oluşu belki de şaşırtıcı sonu hala karar verebilmiş değilim. İçinde savaş olmadığı halde okuduğum ender tarihi romanlardan bu yüzden benim için önemli. Gelecek gibi geçmişin de bizim için ütopyaya dönüşebileceğini gösteren güzel bir roman tavsiye ederim.


Oğuz

27 Kasım 2016 Pazar

Silmarillion

Evet fantastik dünyada ve içinde bulunduğumuz dünyada bir kült haline gelmiş bir kitapla karşınızdayız: Silmarillion...
Orta Dünya’nın komple (cidden komple) başlangıcından alan, bütün taşların yerine oturmasını sağlayan, “demek Yüzüklerin Efendisi serisi sadece olayın sonuymuş” demenize sebep olan destan gibi bir kitap. Eğer LotR hayranıyım demek istiyorsanız bu kitabı kesinlikle okumuş olmanız gerekiyor. Diğer türlü olmaz. Tolkien resmen derya deniz. Yazmış adam... Orta Dünya’nın yaratılışını, ilk elfleri, elflerin ayrılışını, cücelerin nasıl ortaya çıktığını, karanlık tarafla yapılmış savaşları, Saruman’ı, diğer büyücüleri, Earendil’i, Feanor’un o destansı isyanını, Fingolfin ve Finrod’un kahramanlıklarını, Beren ve Luthien’in efsanevi aşkını, Turin ve Nienor’un hazin hikayesini, kadim diyar Valinor’un iki güzel ağacı Laurelin ve Telperion’u bilmeden kesinlikle göçüp gitmeyin.


Bu arada seriden bağımsız okurlara bir uyarı yapmak gerekiyor. Kitaba destan gibi derken çok ciddiyim. Akıcı değil. Akıl almaz derecede çok karakter var. Ben not alarak okumuştum. Arkasında isim sözlüğü falan var öyle söyleyeyim. Ama meraklısına eşsiz bir kitap. Keyifli okumalar.


Eren

22 Kasım 2016 Salı

Olasılıksız

Kitaptaki olayları tam olarak hatırladığım pek söylenemez. Karakterlerin isimlerini de unuttum ama önemli değil. Önemli olan bu kitabın bana hissettirdikleri. Sonuçta size kitap özeti yazmayacağım. Olasılıksız’ı zannediyorum 8-9 sene önce okumuştum ve kaybettiğim okuma alışkanlığımı bu kitap sayesinde kazanmıştım. O açından benim için önemli.

Dili son derece hafif, aksiyon hiç durmuyor. Gayet akıcı, keyifli bir kitap. Yani kalınlığı sizi korkutmasın. Üstüne üstlük olasılıklar, istatistik konusunda size yeni bir bakış açısı da kazandırıyor. Nereden bakarsan bak güzel kitap. Aynı yazarın yine bu minvalde yazılmış Empati isimli bir kitabı daha var. Onu da okuyup bitirirseniz okuma alışkanlığını kazandınız demektir. Enstitü olarak tebrik ederiz. :)

Eren

2 Kasım 2016 Çarşamba

Yemen Ah Yemen

Son 300 yılda Türk milletinin görmediği acı ve çile kalmamıştır. Savaşlar, sefaletler, bozulan sosyal düzenler ve ortaya çıkan büyük facialar. Istırap ve hüznü koynunda taşımış ama anlatamayı başaramamış bir millet. Canımızı yakan hikayeler yokluğa karışmış. Bu konuda çokça şikayet olmasına rağmen toplumumuzun yaşadığı felaketlere zaferler kadar yer ayrılmamıştır. Mehmet Niyazi'nin yazdığı romanlar ekseriyetle ölüm, acı ve yokluk doludur. Ölüm kelimesi ise bir zamanlar Yemen'e asker olarak gidenlerin kaderine dönüşmüş. 10 yıl 20 yıl boyunca askerlik yapanlar, pislik ve hastalıkla ölenler, insan yutan çöller ve daha niceleri. 'Yemen Ah Yemen' romanı, kaderi eninde sonunda ölüm olanların hikayesi. "Bir milletin ölüsü, bir toprağı vatan yapmaya yetseydi, Yemen'in Türk vatanı olduğundan kim şüphe edebilirdi?"
Oğuz

Gurur ve Önyargı

Bazı yayınevleri kendisini “Aşk ve Gurur” olarak çevirmiş. Şahsen desteklemiyorum bu şekilde bir ismi fakat sağda solda görürseniz kafanız karışmasın diye söylüyorum, bu ikisi aynı kitap. Aşk ve Gurur filmi de yine Gurur ve Önyargı kitabından uyarlanmış bir film. Aslında buradaki gurur da tam olarak gurur değil. Yazarın kendisi de kastedilenin “kibir” olduğunu kitap içerisinde söylüyor.

Kitap, İngiliz edebiyatının popüler kitaplarından. Beş kız kardeşi anlatıyor. Daha doğrusu en büyük ikisinin hayatını, aşk hikayelerini, tatlı küçük maceralarını anlatıyor. Yazarın ana karakteri iki numara olan Elizabeth, benim tek gerçeğim ise en büyükleri olan Jane. Yazar, neden kendi ismini verdiği Jane’i değil de Eliza’yı odağa almış bilmiyorum. Kendi bileceği iş tabi. Beni ilgilendirmez. Kitap onun kitabı olduğu için...

Şimdi olay İngiltere’de geçince Mr.lar Mrs.ler havada uçuşuyor. Herkes de herkese soyadıyla hitap ettiği için, mesela beş tane Miss Bennet oluyor kitapta. Artık gelişine göre çıkaracaksınız hangisinin hangisi olduğunu. Bilmeyenler için, “Mrs.” diyorsa evli, “Miss” diyorsa bekar demek. Alışılıyor zamanla sıkıntı olmuyor. Akıcılık açısından akıcı bir kitap. Senaryo açısından, birkaçı hariç tahmin edilebilir olaylar. Mutlaka okumalısınız diyemeyeceğim ama okursanız “neden okudum ki bunu” demeyeceğiniz bir kitap.


Eren

30 Ekim 2016 Pazar

Değişen Beynim

Beyin ve psikolojiye meraklı mısınız? Bu konular hakkında tıp terimleriyle anlaşılmaz yazı ve belgeseller yerine anlayabileceğiniz bir kitap var karşınızda. Sadece anlamakla kalmayıp günlük hayata uyarlayabileceğiniz birçok bilgi de var içinde. Bolca görselle desteklenmiş, bu konu hakkında hiç bilgim olmasa da rahatça anlayabildiğim bir eser. Beynimiz neyse biz de oyuz. Her canlının tüm hareket ve düşüncelerinin ortaya çıktığı yeri anlamadan hiçbir şeyi tam anlamıyla çözemeyiz. Hele de benim gibi psikolojiye ilginiz varsa okuduğunuz diğer kitapları anlamanızda epey faydası olacaktır. Tüm ünlü psikologların aynı zamanda tıp okumuş olmalarının sebebini bu kitapla anlıyorum. Gayet eğlenceli ve basit bir şekilde yazılmış olduğu için her konu hakkında derine inmeden yüzeysel geçiyor. Çok büyük beklentilere girmeden okunduğunda gayet doyurucu bir kitap.


Oğuz

Mukaddime

"Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmıs en büyük tarih felsefesinin sahibi" diye söz eder Toynbee yazarımızdan.Gerisini siz düşünün artık!Bu eser hakkında hükmümü baştan veriyorum çünkü; İbn Haldun Cemil Meriç'in deyimiyle 'semasında tek yıldız' dır, umran ilminin(yeni nesil(!) varsın sosyoloji diyedursun) kurucusudur, bütün meziyetlerine rağmen kıymeti geç bilinmiştir...Önsöz okumayı kendine zul addedenler kitabın aslında bir tarih eserinin önsözü olmasına içerleyebilirler.Kitabından daha ünlü bir önsözle karşı karşıyayız burada.İçeriğine gelirsek; sosyolojinin kurucu metni olmasının yanı sıra, şehircilik, tarih, iktisat, edebiyat, pedagoji, coğrafya üzerine pek çok şey vaadeder sizlere...Batıda öz medeniyetinden daha fazla yankı uyandırması, İbn Haldun'un Mukaddime'de olaylara soğukkanlı yaklaşmasının ve titiz bilim adamı kimliğinin sonucudur.Ayrıca bizlerin vefasızlığını da eklemek gerek!Eğer derinlemesine okumalar yapmak istiyorsanız, yolunuzun üstünde adım başı adını duyacağınız bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.


Burak

21 Ekim 2016 Cuma

Amat

Bana sorarsanız İhsan Oktay Anar’ın en güzel kitabı. Osmanlı döneminde İstanbul’dan bir görevle yola çıkan bir gemiyi, onun mürettebatını ve geminin başından geçen ilgi çekici, cidden alışılmadık olayları anlatıyor. Yazarın en sevdiğim özelliği de bu zaten. Felsefeyi ve mistik-metafizik olayları aksiyonla çok güzel harmanlıyor. Yine yazarın belirleyici özelliği olarak eski kelimeler de bolca mevcut. Kelimelerle arası iyi olanlar çokça keyif alacaktır.
Kitap, bir geminin yolculuğunu anlattığı için içinde denizcilik terimleri de var. Bu en başta zorlayıcı gözükse de çok iyi betimlendiği için çoğu terimin anlamını bilmenize gerek bile yok. Hareketi kafada kuruyorsunuz hemen. Velhasıl, barındırdığı onca terime rağmen oldukça akıcı bir kitap. Kesinlikle tavsiye eder, Kaptan Diyavol Paşa’ya saygılarımı sunarım.


Eren

19 Ekim 2016 Çarşamba

Korkunç Yıllar - Yurdunu Kaybeden Adam

Bu iki kitap birbirinin devamı olduğu için böyle anlatmaya karar verdim. Cengiz Dağcı Kırımlı bir Türk yazar. Tüm kitaplarını Türkiye Türkçesi ile yazmıştır. Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam şu zamana kadar pek duymadığımız konuları işliyor. Sadık Turan isimli Kırımlı bir Tatarın başından geçen olayları hatıra olarak yazması şeklinde başlıyor kitap. İki kitap da gayet akıcı ve hızlı okunabiliyor ama Yurdunu Kaybeden Adam kitabı için sadece güzel kelimesi basit kaçar. Kurgu ve gerçek karışık yazılan bu romanlar hakikaten çok etkileyici. Ayrıca Kırımlı filmi Korkunç Yıllar kitabından uyarlama. 2. Dünya savaşı sırasında hem Almanların hem Rusların arasında zorla savaştırılmış çok sayıda Kırım Tatarı, savaş sırasında ve sonrasında çektikleri, Türkiye devletine bakışları ve beklentileri. Kısaca bu romanlar hem konularından dolayı hem de yazarından dolayı kitapçılarda Türk edebiyatı bölümünden alıp okumamız gereken eserlerden.


Oğuz

18 Ekim 2016 Salı

Yabancı

Kitap; insanlara karşı duvar örmüş, arasına mesafe koymuş, etrafına karşı kelimenin tam anlamıyla kayıtsız birinin aksiyon günlüğü gibi başlıyor. Yani şunu yaptım, hava sıcaktı, soğuyunca üşüdüm, patrona böyle dedim, yumurtayı ekmeksiz yedim gibi kısa, net cümlelerle başlıyor. Açıkçası bu tip düşüncelerini katmadığı cümleler beni biraz yordu. Bu arada kayıtsız derken şaka yapmıyorum. En çok verdiği cevap “fark etmez”. Neden olmayayım ki diyerek şahit falan oluyor. Birkaç yerinde kahkaha atmadım değil.

Kitap, kendini tam anlamıyla ikinci yarısında buluyor. Karakterimiz Mersault, düşüncelerini ortaya koyuyor, birtakım kavramları sorguluyor, irdeliyor. Kitabın adının da hakkını vererek içine düştüğü yabancılaşmayı, diğer insanlar karşısında düştüğü “haklı ama anlaşılmaz” durumu anlatıyor. Bunu yaparken de çok net ve vurucu bir biçimde yapıyor. Kitabı kült yapan nokta da burası. Üslubuna naçizane bir eleştiri getirmiş olsam da yayıncının “bu kitap gücünü arka plandaki derin ve suskun acıdan alır” cümlesine katılmadan geçemiyorum. Velhasıl, 110 sayfa, bir solukta okunabilecek –hatta birkaç kez okunabilecek- tavsiye edebileceğim bir kitap.

Eren

Türklerin Tarihi

"...Kuzey ormanlarından çıkıp geldiler, cesur dağınık, marifetli ve henüz yolun başındaydılar. Önce bozkıra, sonra Çin içlerine ve sonra da sonu başı belli olmayan bir sel gibi garba doğru yayıldılar..."
Jean Paul Roux Fransız bir Türkologtur. Türk ve Moğol tarihi üzerine birçok eseri mevcut. Bunlardan en meşhuru Türklerin tarihidir. Kendisi Türkiye'de çok tanınmış olmasa da kitapları kaynak kabul edilen birisi. Türk hükümeti tarafından 1973 yılında Devlet Ödülü almıştır. Normalde tarih kitapları eski tarihli kısımları kısa anlatılırken günümüze geldikçe ayrıntı artar. Ama bu kitapta eski olaylar ayrıntılı anlatılmış, günümüz ise kısa kesilmiş. MÖ başlayıp 1980'lere kadar geliyoruz. Şu ana kadar tarih kitaplarında bir cümlede geçen hatta varlığından haberdar olmadığımız bir sürü devletle karşılaşacağız. Hindistan'da Delhi Sultanlığı ve Babür İmparatorluğu ismiyle 2 devlet kuracak, Çin'i ele geçirecek, Mısır'da İran'da devletler kuracağız. Orta Asyada başlayan bu hikaye tüm dünyaya yayılacak ve herkesi etkileyecek. Eğer lise tarih bilgisiyle yetinmek istemiyorsanız bu kitap tam size göre.


Oğuz

Beyoğlu Rapsodisi

Ahmet Ümit en çok okuduğum ve en beğendiğim yazarlandan. Beyoğlu Rapsodisi ise bana göre en iyi kitabı. Okuduğum polisiye romanları içerisinde neredeyse en iyisi diyebilirim. Ahmet Ümit okuyanlar Nevzat başkomisere aşinadır. Bu romanda Nevzat başkomiser yerine başka karakterler üzerinden ilerlenmiş. Ahmet Ümit kitapları genelde İstanbul tasvirleri ile dolu olmasına rağmen sıkıcı değil aksine romanının içinde olmanızı sağlayacak detaylar vermesi açısından iyidir. Her kitabını severek ve heyecanla okudum ama bu kitabı başka bir yere sahiptir bende. Dili olsun, kurgusu olsun, karakterler olsun hepsi mükkemmel. Bolca önereceğim Ahmet Ümit romanlarına en sevdiklerimden Beyoğlu Rapsodisi ile başlamanızı tavsiye ederim.


Oğuz

10 Ekim 2016 Pazartesi

Oblomov

Asıl okunuşuna “oblamov” diyenler olsa da bu tip “tartışmalı” kelimelerde benim için esas olan fonetiktir. Kruşçev de öyle mesela. Sovyet lideri olan. Rusça bilenler “Hruşof” olarak okunmalı diyor. Neyse, kitaba dönelim. Kendisini alıp okumadan önce birçok yerden hakkında yazılanları okudum. İnsanlar genel olarak “çok fazla betimleme var” demiş, “insan bir yerden sonra sıkılıyor” demiş. Rus edebiyatıdır, klasiktir, olur öyle şeyler dedim. Konusu için de üstünkörü “tembel bir adam var, onu anlatıyor işte” falan demişler. Bende de tembellik olsun, efendim hiçbir şey yapmama isteği olsun, bir amaçsızlık, bir sakinlik arayışı olsun bolca mevcut olduğundan aldım ve okudum.

Kitabın konusuna değinecek olursak, bir adet Oblomov’umuz var. Kendisi tam olarak anlatıldığı gibi tembellik timsali bir karakter. Aynı derecede de yüce gönüllü. Denge meselesi. Oblomov o dönemin Rusya’sında doğu kültürünü temsil ediyor. Yazarın da özellikle belirttiği bir “doğulu hırkası” var üzerinde ve yaşam tarzı bu hırkayla sembolize ediliyor. Geleneklerine bağlı, iyi bir evlilik yapmak, ilerde köye yerleşip torunlara bakmak, hayvancılık yapmak gibi hayalleri var. Zaten babadan kalma bir çiftliği var, onun geliriyle geçiniyor. Olaylar başlamadan önce yalnızlıktan gayrı pek bir derdi yok yani. Bu Oblomov’un bir de çocukluk arkadaşı var Ştoltz adında. Tahmin edebileceğiniz üzere Alman asıllı ve batı kültürünü temsil ediyor. Batı kültürünün yanında Alman çalışkanlığının da timsali. Sürekli aktif, oradan oraya koşuyor. İşlerinde başarılı. Durmadan gelip bizimkine hadi şunu yapalım, kardeşim halı saha var geliyor musun, bu akşam Olgalarda parti varmış sen de gel votkan benden falan diyor. Bizimki her seferinde reddediyor ama Ştoltz da çocukluk arkadaşı sonuçta. Nereye kadar reddet reddet. En son dayanamayıp Olgalardaki partiye gitmeyi kabul ediyor. Sohbetler muhabbetler derken Olga’yla tanışıyor ve olaylar başlıyor.

Kitap garip bir kitap. Kesinlikle orta şekerli değil. Ben çok sevdim. Okumayı düşünenlere bir şeyler söylemek gerekirse, beklentilerinizi çok yüksek tutmadan okursanız hayrınıza. Tabi Rus edebiyatına da aşina olmak gerekiyor zira isimlerin bolluğu konusu bu kitapta da mevcut. Betimlemeler de keza öyle ama abartıldığı kadar fazla değil. Ben de aşırısını sevmem ve beni yormadı okurken. Bir tek bizim Oblomov’un rüya gördüğü bir bölüm var. Sayfalardan su katılmamış betimleme akıyor. Sorun olmaz,  beğenmezseniz o kısmı üstünkörü okursunuz. Ama bu kitap, bu nadide eser kesinlikle yok tasvir fazla, yok isimler karışıyor diye kenara atılacak bir kitap değil. Kendi döneminde Rusya’da çokça okunmuş ve çokça kendinden söz ettirmiş. Literatüre “Oblomovluk” kavramını kazandırmış bir kitaptan bahsediyoruz. Oğuz Atay da bu kitaptan son derece etkilenmiş. Ben de zaten Tutunamayanlar’da gördükten sonra Oblomov’u merak edip araştırmıştım. Velhasılı, tavsiye ederim. Okuyun efendim.


Eren

Millet ve Milliyetçilik

Millet nedir? Milliyetçiliğin açıklamaları nelerdir? İnsanın ırkı var mıdır? İslamın milliyetçiliğe bakış açısı nedir? Bunun gibi pek çok soruya yanıt veriyor bu kitap. İlk önce kavramları, oluşum şekillerini bilimsel olarak ele alıyor. Dünyadaki diğer örnekler, ünlü sosyologlar ve düşünürlerin görüşleri ele alınıyor. Homo sapiens sapiens'le başlayan kitap 21. yüzyıla kadar geliyor. Millet ve milliyetçilik hakkında merak ettiğiniz neredeyse her konuya açıklık getiriyor yazar. Dillerin oluşumu, toplum hayatı aklınıza ne gelirse. Karşı görüşlere cevap da veriyor. Ama benim en çok hoşuma giden şey kavramları bir bir kökenine kadar açıklaması oldu. Çok sade bir dil ve anlatım var. Gayet hızlı okunabiliyor ve sıkmıyor. Millet ve milliyetçilik ile ister başı belada olan ister bu kavramlara sıkı sıkıya bağlı olan, kısacası herkesin okuması gereken bir kitap.


Oğuz

Budala

Az çok belli olmuştur ben genelde okuduğum kitabın karakterlerinden biriyle bütünleşir, bayağı överim. Özellikle bu Rus romanlarında bunu yapmadan duramıyorum ama bu kitapta baş karakterimize pek bir yakınlık hissettiğim söylenemez. İsminden dolayı olabilir: Mışkin. Hiç prens ismi gibi değil. Prens Mışkin... Gel gelelim Dostoyevski, prensten esirgediği bu fonetiği üç kız kardeşe fazlasıyla vermiş: Aleksandra, Adelaida, Aglaya. Güzelliğe bakar mısın, Adelaida! Karakteri de ismi kadar güzel maşallah. Mutlu ve güzel bir evliliği var. Daim olsun. Neyse, efendim esas kızımız Aglaya. Kendisi çok güzel ama garip garip hareketleri var. Böyle seviyor mu, oynuyor mu belli değil. Aşk mektubu yazan da o, dalga geçip insan içinde aşağılayan da o. Bizimki de gariban, zaten rehabilitasyon merkezinden daha yeni çıkmış. Ara ara nöbetler, krizler geçirdiği yetmezmiş gibi bir de bu gitgelli davranışlarla uğraşıyor. Bir de Nastasya Filippovna var, Aglaya'dan beter. Kalifiye çılgın. Tescilli çift kişilikli. İşin kötüsü bizi prens ikisini de seviyor. Yahu bu şeytan üçgeninde adamın iyileşmesi mümkün mü? İyileşmeyince tabi, Dostoyevski de bu durumdan faydalanıyor ve edebiyat tarihinin gelmiş geçmiş en iyi epilepsi nöbeti tasvirlerinden birini yazıyor. İşin şakası bir yana, o nöbet kısmını öyle güzel anlatmış ki sanki siz nöbet geçiriyorsunuz. Zaten yazarın kendisinde de bu hastalıktan mevcut. Çoğu kitabında böyle gelgitli, aşırı karakterler bulunur. Hemen hepsinde umarsız ve içinde çok garip olaylar barındıran bir aşk hikayesi olur. Hemen hepsinin sonu da, neyse burayı söylemeyeyim :) Velhasıl, kalın bir kitap olduğundan, haliyle yer yer durağanlaşabiliyor, sıkıcı olabiliyor. Ben bu tip şeylere alışık olduğumdan beni pek yormadı ama daha önce kalın Rus kitapları okumadıysanız bununla başlamanızı tavsiye etmem. Ama aşinalığınız varsa okuması gayet zevkli, keyifli bir kitap.


Eren

Düş Kesiği

'İnsanın en temel bilgisi kendisi hakkındadır', mantıklı bir cümleye benziyor olabilir.Fakat bu romanı okurken mantığınızı,roman türü hakkında bildiklerinizi ve daha önce okuduğunuz romanları bir kenara bırakın.Aksi takdirde okuma zevkiniz zarar görebilir.Peki bu kadar farklı olmasının sebebi ne?Hani her sene çekilen binlerce film arasında eleştirmenleri bunaltan birkaç 'garip', 'aklın sınırlarını zorlayan' filmer olur ya, işte o türden bir kitapla karşı karşıyayız.Klasik biçimden farklı olarak;roman içinde romanı, kahraman içinde yazarı arayan ve zaman-mekan algınızla oynayan bir eser.Yazarı şöyle havalı bir yabancı isme sahip olsa ve dünyaca ünlü bir yayınevinden basılsa romanın ne kadar ses getireceğini belki bilemeyiz, ama 2010 Oğuz Atay roman ödülünü alması dikkat çekebilir.Edebiyatımızda farklı bir yeri olan bir yazarın adına verilen ödülü bence sonuna kadar hak etmiş.Herkesin kendini bildiğini iddia ettiği bu çağda kendinizi sorgulamak adına okuyabilirsiniz.Çünkü, 'insanın en temel yanılgısı kendisi hakkındadır.'


Burak

6 Ekim 2016 Perşembe

Plevne

Osman Paşa ve Plevne savaşı tarhimizdeki önemli övünç kaynaklarından olup ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Plevne savaşı sırasında Osman Paşadan etkilenen bir İngiliz lordu oğlunu Osman ismiyle vaftiz ettirmiş, o dönemki bütün Avrupa devletlerinden nişan ve tebrik almış, 300 bin kişilik Rus ordusunu 50 bin kişiyle durdurmuş, savaşı yönetmeye gelen Rus Çarını eli boş göndermiş, en sonunda esir düşmesine rağmen düşmanın "Sizin gibi bir paşanın kılıcını alamayız." diyip onuruna ziyafet verdiği bir isimdir halaskar Gazi Osman Paşa.Tarihimiz de birçok büyük şahsiyet olmasından dolayı birçoğuna gereken değeri veremiyoruz. İşte bu kitap bir nebze de olsa bu tanıma ve öğrenme eksiğini kapatmıştır.
Benim için tarihi romanlar diğerlerinden bir adım öndedir. Mehmet Niyazi en sevdiğim yazarlardandır. Plevne ise benim en sevdiğim kitabı. Tarihi roman olması sizi korkutmasın herhangi bir polisiye romandan daha hızlı bir olay örgüsü var. Bunda savaş sahnelerinin çok güzel anlatılmasının da payını belirtmek lazım. Kitap aslında tarihi bir roman ama Plevne muharebesi hakkında birçok gerçek bilgiyi de içinde barındırıyor. En arka sayfasında katlanmış 3 sayfa büyüklüğünde bir Plevne haritası da var.

Oğuz

2 Ekim 2016 Pazar

Küçük Ağa

Öncelikle büyük bir yanlış anlaşılmayı gidererek başlayalım. Arkadaşlar Küçük Ağa’da “ağalık sistemi” anlatılmıyor. Küçük ağa, evet kendisi küçük, ama ağa değil. Geçimini Akşehir’de imamlık yaparak sağlayan genç bir vatandaş. Genç yaşta imam olmasını da üstün hitabet yeteneğine borçlu. Aynı zamanda zeki ve mantıklı da. Sorguluyor ve doğru bildiği yolda sonuna kadar gitmekten geri durmuyor.
Kitap, Kurtuluş Savaşı yıllarında, henüz batı cephesinde başarı elde edilmemiş bir zamanda, Konya Akşehir’de geçiyor. Halkın düştüğü İstanbul-Ankara ikilemini derinlemesine ve bana kalırsa muazzam bir şekilde işliyor. Milli Mücadele’ye halkın bakışı, fikir çatışmaları, birtakım ciddi görüş ayrılıklarına rağmen ortak paydada buluşulması, kuvayımilliye oluşumu gayet etkileyici anlatılmış. Bu kitabı güzel yapan şey, insana kazandırdığı bakış açısı. Çünkü o dönemdeki gerek “muhafazakar” görüş olsun gerek “reformist” görüş olsun o kadar güzel açıklanmış ve her ikisi de o kadar güzel temellendirilmiş ki ister istemez şaşırıyor ve siz de derin düşüncelere dalıyorsunuz.
Okuyun, kesinlikle okuyun diyeceğim ama akıcı olması için haliyle eski kelimelere biraz aşina olmanız gerekiyor. Sabahattin Ali, A.Hamdi Tanpınar vs. okuduysanız bu kitabı çok rahat okursunuz. Empati yeteneğinizi geliştiren, film gibi bir kitap. 


Eren

1 Ekim 2016 Cumartesi

Devlet

2500 yıl sonra dünyaya tekrar gelme imkanınız olsa, insanların içinden çıkamadığı problemlerin değişmediğini gördüğünüzde nasıl hissederdiniz? Yahut 2500 yıl önceye seyahat ettiğinizi varsayın. Bir an için gündelik hayatı değiştiren teknolojik aletlerin ortadan kalktığını, iletişim ve ulaşım araçlarının ilkelleştiğini düşünün. Acaba sandığınız gibi köklü bir değişiklik yaşar mıydınız?
2500 yıl önce dini törene giden bir düşünürün yolunu kesme imkanı veren, farklı bir insan profili görme arzusunu yerle bir eden bir zaman makinası. Farklı inançlara sahip farklı bir kültüre sahip insanların dahi temelde uğraştığı problemlerin aynı olduğunu görmek farklılık arayanlar için hayal kırıklığına yol açıyor. İnsanoğlu adım atabildi mi? Bilim ve teknikte ilerlerken metafizik anlamda doğru insan profilini aydınlatacak sorular sorulabildi mi? Birey ve onun büyük yansıması devlet birer olgu olarak ele alınabildi mi? Toplum gereklerine göre bir devlet nasıl kurulabilir? Önce iktidarı mı, halkı mı şekillendirmeli? Toprağı vatan yapan unsur nedir? Elinde silah olanın yalnızca dışa dönük bir tehlike olması nasıl sağlanır? Rejimlerin bireyler üzerindeki yansımaları ve bireylerin rejimler üzerindeki yansımaları nelerdir?... Bu sorulardan en az biri kafanızı kurcaladıysa bu zaman makinasına binin ve o tören başlamadan siz de Sokrates'in yolunu kesin. Dönüşte yakalayamayabilirsiniz...


İzzet

Yunus Emre Divanı

Yunus Emre ile alakalı birçok hikaye duymuşuzdur. Ama gerçek manada bu konunun uzmanlarından olan Mustafa Tatçı Yunus Emre'nin hayatı ve şiirleri konusunda Türkiyedeki en yetkin kişilerdendir. Kitap 100 sayfa kadar Yunus Emre'nin hayat hikayesi ve yazdığı eserleri anlatıyor. Kalan 200 sayfa da ise sizi Yunus şiirleri karşılıyor. Şiirler tamamen sadeleştirilmemiş olduğu için ahengini ve uyak düzenini kaybetmemiş ayrıca arkasındaki sözlük kelimelerin kökenine kadar anlatıyor. Ayrıca kapağı ve tasarımı muhteşem. Çok bilindik ve Yunus Emreye ait sanılan şiirleri de gerçek yazarlarıyla vermiş. Kısacası bu kitap Yunusla alaklı bilgi edinmek, şiirlerini okumak için seçebileceğiniz en iyi eserlerden. (Bu gönderide gerçek kapak kullandık çünkü farklı basımları veya yakın eserlerle karıştırmanızı istemedik)

Oğuz

28 Eylül 2016 Çarşamba

Savaş ve Barış

Edebiyat dünyasının en karizmatik karakteri Prens Andrey Bolkonsky’dir ve o da Savaş ve Barış’tan çıkmıştır. Aslında Lisa, baba Bolkonsky, Süvari Yüzbaşı Vaska Denisov da son derece iddialı karakterler ama Andrey bu işin nirvanası. Efendim kitap Napolyon’un Avrupa’yı önüne katıp doğuya doğru ilerlediği dönemde Rusya’da geçiyor. Kitabın başında Napolyon henüz Avusturya ile uğraştığı için Rusya’ya gelene kadar kah savaş dönemi kah barış dönemi yaşanıyor. Barış zamanı için aynı şeyi söyleyemeyecek olsam da savaş kısımları su gibi akıp geçiyor. O seksen sayfayı nasıl okuduğunuzu anlamıyorsunuz bile. Neden? Andrey var çünkü. Arada ufak çaplı yiğitlikler yaparak olaya heyecan katıyor. Kalan zamanlarında da hayatın anlamını falan sorguluyor. Filozof yönü de var yani. Bu filozofluğa da savaşta başlıyor. Er meydanında düşmana doğru hücum ederken vücuduna isabet eden bir kurşunla sırtı yere geliyor ve o hayatını değiştiren gökyüzünü görüyor. Bu gökyüzünün tanımı, Andrey’in hisleri, düşünceleri olağanüstü güzel yazılmış. Bu olaydan sonra Andrey adeta yeniden doğuyor ve ilerleyen zamanlarda derviş-i dervişan-ı Moskova ünvanını kazanıp “bu dünya kimseye kalmaz” düsturuyla hareket etmeye başlıyor.
       Andrey’in haricinde daha neler neler var ama içerik hakkında spoiler vermemek adına daha fazla yazmıyorum. Başrol Pierre’den bahsetmedim mesela düşünün. Şimdi isimler konusu, evet karışık. Yani karışık değil de ilk sayfalardaki birkaç net olmayan ifade işi karıştırıyor. Nataşa ile Sonya kardeş değiller. Kardeş gibiler, aynı evde büyümüşler ama kardeş değiller. Boris’in bu aileyle herhangi bir yakın akrabalığı yok. Boris Sonya’yı seviyor, Nataşa’yı değil. Ha bir de bizim Prens Andrey’in babası da prens. Adam Rus çarının oğlu değil yani. Bunlarda prenslik babadan oğula.
       Kitabın, BBC tarafından çekilmiş 6 bölümlük güzel bir dizisi de mevcut “War and Peace” adında. Kitabın ortalarında falan açar ilk bölümü izlersiniz. Sakın kitaptan ileri geçmeyin zira dizi çok yüzeysel geçiyor. Topçu Yüzbaşı Tuşkin’i hiç göstermemişler mesela. Kitabı okumayan birisi için çok anlamsız kalıyor dizi. O yüzden kitabın gerisinden getirerek izlerseniz daha iyi. Sayfa sayısından da korkmayın, ilk 70-80 sayfadan sonra kitap kendini çok güzel okutuyor.
Eren

27 Eylül 2016 Salı

Dünya Savaş Tarihi I.Cilt (Ortaçağ (500-1500))

    "Denizlere hakim olan cihana hakim olur." Devletler tarihinde popüler olan 'başat güç teorisinin' sahibine ait değil bu söz.Ondan dört asır önce yaşamış Kapudan-ı Derya Hayreddin Paşa'ya ait! Mazideki büyük şahsiyetlerin gerçek değerini söylencelerden doğru bilgiye taşımanın yolu tarih okumaktır.
       Ortaçağ savaşları hakkındaki fikrimiz çoğunlukla edebiyata ve sinemaya dayanır.İtiraf etmek gerekir ki, basitliğine rağmen oldukça ilgi çekicidir o asil kıyafetler, onuru için ölen savaşçılar, şövalyelerin artistliği...
       Eğer Ortaçağ'ın büyük muharebeleri ve kahramanları hakkındaki bilginizi efsanelerden öteye taşımak istiyorsanız bu alanda Türkçe'deki en iyi eseri tanıttığımı söyleyebilirim. Keza maalesef dilimizde bu konu hakkında eser sayısı yok denecek kadar az. Üstelik bu seri akademik kaygıdan ziyade genel okuyucu kitlesine hitap edecek bir şekilde hazırlanmış, haritalar ve görsellerle desteklenmiş.
      Son olarak 1241'de Moğolların neredeyse bütün Avrupa'yı(evet tamı tamına 150000 kişi) 3 günde nasıl yendiğini hatta kelimenin tam anlamıyla yok ettiğini öğrenmek kitaptaki şaşırtıcı bilgilerden sadece birisi. Ayrıca strateji oyunları için harika taktikleri içinde barındırdığını da belirtelim.

-Burak

25 Eylül 2016 Pazar

Beyaz Zambaklar Ülkesinde

İlkokul yıllarında bu kitabı hep Vadideki Zambak’la aynı zannederdim. Çeviride anlaşmazlık gibi yani. Arkadaşlar değil. Ben yandım siz yanmayın. Bilseydim dünya klasiği olmadığını çok daha erken okurdum. Aslında belki öylesi daha kötü olurdu, neyse, hüküm vermek zor.
Öncelikle bu kitap, bambaşka bir kitap. Bakmayın öyle kısa oluşuna, 600 sayfa dolu dolu kitaptan daha çok etkiler sizi. Düşündürür, sorgulatır, günlük hayatta sürekli hatırlatır kendini. Hakkında yazılanları okuyunca, “e biraz abartmışlar” demiştim. Yok. Abartmamışlar. Etkiliyor. Öyle ağır bir kitap da değil, bildiğin masal gibi. Gayet akıcı bir şekilde gidiyor. Kendisini okumak yaklaşık iki saatimi aldı. Kitap, Finlandiya’nın bir bataklık halinden 1920’li yıllara nasıl geldiğini anlatıyor. Bir nevi günümüze nasıl geldiğini anlatıyor dersek yanılmış olmayız. Günümüz Finlandiya’sını düşünün, sosyal yapıyı, eğitimi, kültürü, insanını. İşte bu değerlerin, sürekli bir komşusunun yönetimi altında kalmış, halkın doğru düzgün okuma yazma bile bilmediği topraklarda nasıl geliştiğini anlatıyor kitap. Bunu da o kadar yalın yapıyor ki, yazara “neden detaylandırmadın” diye soruyorsunuz.
Okumayı düşünenler gözü kapalı gitsin alsın, okumayı düşünmeyenler de bir an önce düşünsün. Bakın çok ciddi söylüyorum başka hiçbir kitabı böyle hararetli ve coşkulu bir şekilde tavsiye edeceğimi zannetmiyorum. Kendimi bu kitabın okunmasına adayabilirim. Keza cumhuriyetin ilk yıllarında bizzat Atatürk tarafından da tavsiye edilmiş bir kitaptır. Harp okullarında okutulmuş, öğretmen okulu öğrencilerine mezuniyet senelerinde hediye edilmiştir. Velhasıl, okuyunuz. Kesinlikle pişman olmazsınız.  

Eren

24 Eylül 2016 Cumartesi

Bozkurtların Ölümü

Bozkurtların Ölümü kitabı içerisine bolca tarihi bilgi serpiştirilmiş bir ütopyadır. Okurken kendimi içerisinde hissettiğim birçok kitap var ama Bozkurtların Ölümü içinde olmayı isteyeceğimiz bir dünya. Çünkü öyle müthiş bir ahlak toplumu oluşturulmuş ki sizi de içine çekiyor. Karakterler adeta karşınızda duruyor. Duygulara hitap eden bu kitap tam bir gençlik romanı. İlkokul zamanı okumaya çalışıp yarım bıraktığım bu kitabı üniversitede 3 günde bitirdim. Tarihi bir kitap arıyorum ama akıcı olsun diyorsanız kesinlikle başlangıç kitabınız karşınızda duruyor. Yer yer yavaşlasa da oluşturduğu merak duygusu sizi sürükleyecek ve kendini okutmanın yanı sıra yazarın diğer romanlarına da yöneltecektir. Ayrıca yazarı Atsız’a düşünce yapısı olarak karşı olsanız bile merak etmeyin, didaktik bilgi yerine ortaya konulan ütopya ve romantik anlatım sizi asla sıkmayacaktır. Bu bir fikir kitabı değil tarihi romandır ve tarihi roman okuyacakların eşik kitabıdır. 
-Oğuz

23 Eylül 2016 Cuma

Ulusların Düşüşü

“Tarih, kaderden ibaret değildir!” Her ne kadar iddialı bir söz olsa da alelade söylendiğinde kulağa o kadar gerçekçi gelmeyebilir. Tabii bu iddianın sahipleri; henüz genç yaşında dünya çapında ödüllere layık görülen bir MIT iktisat profesörü(üstelik bizim topraklardan!) ve Güney Amerika-Afrika uzmanlığıyla bilinen bir Harvard siyaset profesörü olduğunda bu söz okuyanda haklı bir merak uyandırıyor.
     Sanayi Devrimi’nin neden Moldova’da değil de İngiltere’de başladığını, Afrika’nın talihsizliğinin gerçek sebeplerini, bir ABD vatandaşının Etiyopyalı birinden 40 kat daha müreffeh bir hayat yaşamasının arka planını merak edebilecek okura has bir keyfiyettir bu cüsseli iddia hakkında düşünebilmek. Böyle sorular pek ilginizi çekmeyebilir ama yaşadığımız dünyayı anlamak adına; -kitabın alt başlığında da dediği gibi- ‘güç-zenginlik ve yoksulluğun kökenlerini’ yahut içme suyu dahi olmayan insanların elmas madenlerinde ömür tükettikleri halde nasıl arkalarında bir dikili ağaç bile bırakamadan gittiklerini öğrenmek iyi bir başlangıç olabilir. Dünyayı anlamak adına…Olumlu ve bilindik bir örnek olarak, Japon mucizesinin miladı olan Meiji Restorasyonu’nun bizdeki reformlardan farkının, samurayların sömürüsüne son veren esaslı bir liyakât sistemi olduğunu öğrenmek gelecek adına size bir fikir ve ümit verebilir.
        Ama bu kitabı farklı kılan asıl özelliği, dünyamız hakkında bize dayatılan kulaktan dolma bilgilere zerre prim vermemesidir. Unutmayın “sığlık bulaşıcıdır!” Kitapta bir kısmı tarihe karışmış 62 ülkeden bahsedilmesi, kitabın kapsamı hakkında yeterince tatmin edicidir. Eğer birkaç sayfada bir dünyanın bir ucundan öbürüne seyahat etmeye, fakirliğin ve zenginliğin uç noktalarını sebepleriyle görmeye dayanıklıysanız günümüz dünyasının anahtarlarından birini gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz.
       Kısacası, abartılmış övgü, yergiyle aynı işlevi görür. Lakin bu şaheserin kıymetini takdir etmemek yazarlarına karşı haksızlık olacaktır. Sadece iktisata, tarihe veya siyasete ilgi duyanlar değil, insanlığın serüveni hakkında bir bakış açısı arayan herkes bu kitaba bir göz atmalı…Çünkü Goethe’nin de dediği gibi "Üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır".

-Burak

21 Eylül 2016 Çarşamba

Bir Gün Tek Başına

Daha önce hiç okumadığınız bir yazarla tanışmayı 600 sayfalık bir kitapla yapmak ne kadar zor olsa da yoğun ısrara dayanamayıp okuduğum bu kitabın bende yeri ayrıdır. Müthiş bir sürükleyiciliği olan bu roman yazarın düşünceleriyle ara sıra kesilse de akıcılığından hiçbir şey kaybetmemiş. Bir Kenan bir Günsel arasında giden anlatıma katılan Kenan'ın iç sesi bana Oğuz Atay romanlarını hatırlattı. 1960 darbesine giden süreçte hem ülkenin durumu hem de toplumun durumunu anlatan kitapta karamsar bir hava olsa da attırdığı kahkahalar o karamsar havayı dağıtmış. Birisi benden kitap önerisi mi istedi, direkt Bir Gün Tek Başına. Abi kitap okumak istiyorum da yok mu şöyle akıcı bir kitap diyene ilk önereceğim roman bu roman. Sizi öyle bir içine çekiyor ki okumaya başladığınız anda kafanızda bu kitap dışındaki her şey otomatik pilota bağlanıyor. Mola verip su içmeye giderken bile "Şimdi bu işin içinden nasıl çıkacak" diye karakterlerin yerine kafa patlatıyorsunuz. 40lı ve 50li yaşlardaki birçok kişinin has romanlarındandır. Siz de çok seveceksiniz.

-Oğuz

Genç Werther'in Acıları

Genç Werther’in Acıları... Zannediyorum kitaba daha açıklayıcı bir isim konulamazdı. Aşk acısı mı çekiyorsunuz? Seviyor ama söyleyemiyor musunuz? Sizi arkadaşı olarak mı görüyormuş? Mutluluğu başkasında mı bulmuş? Bu sorulardan en az birine cevabınız evet ise ve onu her gördüğünüzde arka planda Cengiz Kurtoğlu’ndan Yarimi Ellere Gelin Etmişler çalıyorsa, bu kitapta kendinizden bir şeyler bulmamanız mümkün değil. Bizim Werther de aynen böyle. Memleketteki arkadaşına, aşkını anlatan mektuplar yazıyor. Kitap da bu mektupların toplamı gibi bir şey. Tabii sadece arkadaşına yazmıyor. Lotte var. Esas kız. Ona da yazıyor. Hatta mektuplara bir “Ah Lotte...” diye girişi var, hakikaten ah Lotte yani...
       Kitap, Rus yazarların realizm hegemonyasından kurtulmak isteyen, romantik, hem de dünya klasiği olmuş bir eser arayanlar için gayet uygun. Kendisi hem edebi açıdan romantik, hem günlük konuşma dilinde romantik. Goethe’nin aynı zamanda önemli bir şair olduğunu öğrendiğinizde şaşırmıyorsunuz.
      Kitapta çok olay olmuyor. Dediğim gibi mektuplar üzerinden ilerliyor, küçük bir kasabada geçiyor.  Daha çok kahramanımızın çalkantılı iç dünyasını, buhranlarını, saf duygularını anlatıyor ve yer yer psikolojik tespitlerde bulunuyor. Velhasıl, Rus klasiklerindeki isim karmaşasına ara verip beş altı karakterli bir kitap okusam fena olmaz diye düşünüyorsanız alın okuyun, kütüphanenize güzellik katar.                                                                                                                                                                                                                            
-Eren