Kitap hakkında ilk olarak "ürkütücü" tanımını
yapmazsam yazıya başlayamam. Bilmiyorum, bir romanı okurken kendimi baş
karakterin yerine normalden biraz fazla koyuyorum galiba. Diğer türlü olmuyor. Karakterle
bütünleşmem, olaylara tamamen onun gözünden bakabilmem, olayın tümüyle içine
girebilmem lazım. Bazı kitaplarda da bunu büyük oranda başardığımı
düşünüyorum. 1984 de onlardan biri.
Kendimi direkt olayda hissettiğim bir kitap.
Kitabın başı, insanı hemen içine çekecek şekilde yazılmış.
Dünya Okyanusya, Doğu Asya ve Avrasya olarak üç ülkeye bölünmüş durumda. İçinde
yaşanılan ülkenin (Britanya, Okyanusya) ve dünyanın akıcı bir tasviri ve
birtakım aksiyonlarla sürekli diri tutuyor okucuyu. O safhayı geçtikten sonra
zaten alışmış oluyorsunuz ve içinizde sürekli kitabı okuma, sayfaları ilerletme
ve sonunu görme arzusu doğuyor. Bir yandan da müthiş bir korku ve algı
imparatorluğunun içinde yaşamaya başlıyorsunuz. Şahsım adına kitaptaki
distopyadan reele geçiş süreçleri pek çabuk olmadı. Bir süre böyle etrafa
bakındım falan. Mutfakta dinleme cihazı olsaydı ne yapardık şeklinde olaylara
yaklaşmalar, dudak kıpırdatmadan konuşma antrenmanları gibi birtakım paranoyak
işler yaptım.
İçerisindeki olaylar hakkında ne detay versem ne yorum
yapsam spoiler olabileceği için pek yazamıyorum açıkçası ama kitap, dediğim
gibi bence bir miktar korkutucu. Yani korkutucu doğru kelime mi emin değilim
ama geriyor insanı. Tavsiyemdir, hızlı biter keyif verir. Okuyunuz efendim.
Eren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder